Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Özel Röportajlar İkinci Bahar'dan Güzel Günler'e aile dizilerinin senaristi hikayesini Habertürk'e anlattı

        Selin Tunç Show TV'de pazar akşamları izleyicileri ekrana bağlayan Güzel Günler dizisinin senaristliğini yapıyor. Başarısıyla dikkat çeken dizide senaryonun ve Selin Tunç'un payı büyük. Tunç'un başarılı senaryolarının uzun bir geçmişi var. Müptelası olunan birçok aile dizisinde onun imzası var. Kariyerine İkinci Bahar'ın senarist grubuna dahil olarak başlayan Tunç, daha sonra Yabancı Damat, Biz Size Aşık Olduk, Canım Ailem, Aramızda Kalsın ve Nefes Nefese gibi dizilerin senaristliğini üstlendi. Sürgün filminin senaryosunu yazdı. Kendi deyimiyle o sadece bir dünya hayal ediyordu. Geri kalan her şey avucumuzun içine konan bir tomurcuk kadar büyülü ve aynı zamanda yaşamın kendisi gibi hissettiren o dünyada gerçekleşiyordu. Selin Tunç ile senaristlikle hayatın kesiştiği noktaları, popüler müzik tarihimizde önemli yeri olan babası Onno Tunç ve sanatçı ailede büyümenin etkilerini, aile türü dizilerin toplumsal tarihimizdeki yerini ve anlamını konuştuk.

        SANATÇI AİLEDE BÜYÜMEK...

        Benim gibi pek çok kişi isminizi ilk kez İkinci Bahar'ın senarist kadrosunda duydu. İkinci Bahar'dan bu yana 24 sene geçmiş. 24 senede 7 dizi ve bir film senaryosu yazdınız. Ancak siz sahneleri çocukluğunuzdan bu yana tanıyorsunuz. Babanız Onno Tunç. Amcanız perküsyon sanatçısı ve bestekâr Arto Tunçboyacıyan. Sanatın farklı dallarında buluşan bu ailede yetiştiğiniz ortam nasıldı?

        İnsan neyin içine doğarsa normalin o olduğunu düşünüyor. Ben de başka türlü bir aile nasıl olur bilmiyorum ama zaten müzisyenlikleri dışında ailemin başka ailelerden bir farkı yoktu. Sadece işi müzik olan insanlardı. Güzel sohbeti, yemeği içmeyi her zaman seven insanlardı. Konservatuvarda da okuduğum için bu tür insanlarla beraber büyüdüm. Başka türlüsünü bilmediğim için böyle büyümenin bana ne kattığını kıyaslayamıyorum.

        Popüler kültür tarihimize son 30-40 yıldır mührünü vuran aile filmleri türü oluşmuş durumda. Yeşilçam'da bu daha da eskilere dayanıyor. 1970'lerde Neşeli Günler, Mavi Boncuk, Gülen Gözler... Televizyonda bunun örneklerini Perihan Abla, Bizimkiler, Mahallenin Muhtarları, Süper Baba, Ekmek Teknesi, Yeditepe İstanbul dizileriyle gördük. Bu tür dizilerin örnekleri azaldı. Belki de bu yüzden Güzel Günler çok özlenen bir dizi olarak karşılandı. Neden hâlen aile dizisi yapmayı tercih ediyorsunuz?

        REKLAM

        Ben hâlâ niye bu işi yapıyorum? Sevdiğim için yapıyorum. Bahsettiğiniz Ertem Eğilmez-Arzu Film geleneğine kendimi yakın hissettiğim için, bazen oturup bir şey izlemek istediğimde o filmleri izlediğim ya da en azından denk geldiğimde izlemekten zevk aldığım için bu geleneği devam ettiriyorum. Yani en temelde ben kendim sevdiğim için böyle şeyler yazıyorum. Aslına bakarsanız 2008 yılında Canım Ailem'i yazarken de bana öyle bir not gelmişti kanaldan artık böyle aile dizileri seyredilmiyor diye. O zaman da revaçta değildi belki, farkında değilim. Ama şunu biliyorum, sıcak, samimi bir şey yaptığınız zaman, hele de bir aileyi konu alıyorsa bunun her zaman bir karşılığı oluyor. Özellikle revaçta olmayabilir, en revaçta olmayabilir ama her zaman birileri kendilerine dair bir şeyler buluyor o hikâyeler içinde. Ben de buluyorum. O yüzden yazmaya devam ediyorum.

        Bahsettiğim aile türü film ve dizilerle senaristliğini yaptığınız diziler arasında nasıl bir ilişki görüyorsunuz?

        Ben bu işe ciddi ciddi İkinci Bahar dizisiyle beraber başladım. Orada senaryo grubunun başında Yavuz Turgul vardı. Yavuz Turgul da Ertem Eğilmez ile uzun süre çalışmış. Hababam Sınıfı'ndan başlayarak Arzu Film'in birçok filminde senarist olarak bulunmuş kıymetli bir abimiz. Ben de işe oradan başlamış olduğum için kendimi o türe akraba hissettim. Seviyorum o türü. Onlarla benim yaptıklarım arasında nasıl bir benzerlik var? Belki mizahında benzerlik var. Aile zaten çok ortak bir şey. Bundan 20 yıl önce de aynı mevzular dönüyordu evin içinde. Belki bunun enstrümanları değişmiş olabilir. Kendisine telefon alınmasını isteyen bir çocuk Ertem Eğilmez filminde yoktu ama onun başka bir karşılığı vardı o filmde. Aile içi ilişkiler ve dengelerin çok değiştiğini düşünmüyorum benim tarafımdan baktığınız zaman. Elbette aile yazan ama çok farklı bir yerden bakarak yazan senaristler de var. Beni galiba oradan baktığım için o türün devamı olarak tanımlıyorsunuz.

        "BİR TARAFI KIRIK İNSANLARIN HİKAYESİ HER ZAMAN DAHA DERİN"

        Dizilerinizde dikkatimi çeken bir şey var. Genellikle ailedeki ebeveynlerden biri eksik. İkinci Bahar, Canım Ailem ve Güzel Günler'de ya anne ya baba eksik. Bu eksiklikle birlikte aile üyelerinin birbirlerine olan bağlılığı çok derin. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

        Meselâ Canım Ailem'de iki ebeveyn de yoktu. Anne baba yoktu. Biraz benim kendi kişisel hikâyemle alakalıdır belki ama hayatta kan bağı olan ailemiz akrabalarımız olmakla beraber bir de sevdiğimiz, karşımıza çıkan, bize yol arkadaşlığı yapan başka insanlarla da yakınlık kuruyoruz. Onlar sonuçta bizim ailemiz kadar yakın olabiliyorlar. Onlar bizim seçtiğimiz bizim beraber yol yürüdüğümüz insanlar oluyor. Ve o ilişkiler akrabalık-yakınlık bağları kadar kıymetli oluyor. Ben bunu yaşamayı da hikâyesini anlatmayı da seviyorum. Yani bu tür benim seçtiğim, karşılaştığım bazen tesadüfen ama hayatımda kalan insanlarla aile olmayı seviyorum, onların hikâyesini anlatmayı da seviyorum. Bir tarafı kırık, bir tarafı yaralı insanların hikâyesi de her zaman daha derin oluyor. Onu anlatmayı da seviyorum.

        "AİLE KABUL ETTİĞİNİZ İNSANLAR ZOR ZAMANDA YARDIMA KOŞAR"

        Dizilerinizde bu büyük ailenin üyeleri, içlerinden biri yardıma ihtiyaç duyduğunda iki elleri kanda olsa toplanıp yetişiyorlar. Bu nasıl bir şey? Gerçek yaşamda bunun bir karşılığı var mı sizce? Böyle bir şey varsa bile geçmişten bugüne Perihan Abla'dan Güzel Günler'e yakınlarımızla oluşturduğumuz bu büyük aile nasıl bir değişime uğradı?

        Bu aileyi kimlerle oluşturduğunuzla ilgili ama ben şöyle düşünüyorum, belki bu benim iyimserliğimdir ama gerçekten aile kabul edecek, o ilişkiyi tesis edecek kadar birileriyle yakınlaştıysanız onların sizin için zor zamanda koşacağına inanıyorum. En azından bir hayal kuracaksam böyle bir hayal olsun istiyorum. Nihayetinde bir hayali yazıyorum. Bu hayali kurmaktan zevk alıyorum. Söylemeye çalıştığım şey bu, ben kurmak istediğim hayali kurup yazıyorum. Aile de dinamikleri çok değişen bir şey değil aslında. Söz değişiyor, laf değişiyor bazı günlük alışkanlıklar ve davranışlar değişiyor. Ama bir anne-çocuk ilişkisi, kardeş ilişkisi çok da fazla değişmiyor, ben de bu ilişkiler üzerinden kuruyorum hikâyemi.

        Dizilerinizde büyük sofralar etrafında toplanan sohbet meclisleri var. Aile bağının böyle basit rutinlerden geçiyor olması şaşırtıcı geliyor insana ama bir gerçeklik payı var gibi, ne dersiniz?

        REKLAM

        -Var. Yine kendi evimden söyleyeceğim, ailenin toplandığı yer sofra. Orada bir araya geliyorsunuz, orada sohbet ediyorsunuz. Yemek yemek çok güzel bir şey. Güzel bir şey yemek, biz seviyoruz yemeği. Yemek yerken yemek konuşuyoruz. Bunlar hem benim de yaşadığım hem de etrafımda gördüğüm şeyler. Bu bizi bir araya getiren ve ortaklaştıran bir şey. Bunun için de hikâyelerimde kullanıyorum sofrayı. Hayatın bir parçası, o zaten orada olmasa öyle hissettirmeyecek size.

        "OYUNCU SEÇİMİNDE ŞANSLIYIM"

        Bir de bunun karakter tarafı var. Her seferinde mükemmel bir cast'la yola çıkılıyor dizilerinizde. Uğur Yücel, Binnur Kaya, Yıldıray Şahinler, İlker Aksum, Şebnem Bozoklu bunlardan bazıları. Merak ettiğim karakterler senaryodan çıkıp ete kemiğe bürünürken en çok dikkat ettiğiniz şey ne oluyor?

        -Oyuncu seçimi işi tek başına benim yaptığım bir şey değil. Bu konuda çok şanslıyım. Son üç dört işimde yapımcım Erol Avcı da iyi oyuncuyla çalışmak konusunda çok titizlenen, buna öncelik veren bir yapımcı. Dolayısıyla ben zaten iyi oyuncularla çalışma şansına sahip oldum. İyi oyuncu da o karakteri çalışırken zaten en az sizin kadar düşünüyor, çalışıyor, katkıda bulunuyor. Ama bu ortak bir çalışma. Ben gayret ediyorum, yapımcı iyi oyuncuya ulaşmaya çalışıyor. İyi oyuncu da zaten kendi dağarcığıyla geliyor işe. İyi bir sonuç almak için gayret ediyoruz.

        REKLAM

        "ÖNEMLİ OLAN ŞU MASANIN KENARINDA DA BEN OTURAYIM DEMENİZ"

        Mekân seçimi de karakterizasyon kadar başarılı görünüyor. Dizilerinizde mekân seçimi konusunda nasıl bir süreç işliyor?

        Bir dünya kuruyorsunuz yazarken, çalışmaya başladığınızda da o dünyayı anlatıyorsunuz. Birbiriyle uyumlu olması önemli olan. O aile öyle bir evde yaşar diye tarif ediyorum. Ben sadece hayalimi tarif etmeye çalışıyorum elimden geldiği kadar. Bu işte de tek başıma değilim. Yapımcımız, yönetmenimiz var. Mekân söz konusu olduğunda en önemlisi sanat yönetmenimiz var. Ben de beğeniyorum Güzel Günler'deki evi. Önemli olan o evin ev olması. Şu masanın bir kenarında ben de oturayım demeniz, onu hissetmeniz. Yaşayan bir yer olması. Buna gayret ediyoruz.

        Güzel Günler'de mekân seçimi kadar mesleklerin seçimi de manidar. Eski bir mücevher ustası, menemen ustası. Otomasyona geçişle birlikte gitgide azalan emeğe dayanan işler bunlar. Bu meslekleri metropolün ortasına yerleştirirken tam olarak neye dikkatimizi çekiyorsunuz?

        REKLAM

        O hayalin bir parçası oldukları için. Benim hayalim plazaya ermediği için belki de. Bunları düşünüp böyle hayatlar hayal ettiğim, emekle yapılan işleri çok önemsediğim kıymet verdiğim için. O işlerin kendisinin bir hikâyesi olduğuna inandığım için de tercih ediyorum. Bütün o resim ancak böyle bir parçayla tamamlanırmış gibi geliyor. O yüzden bunları tercih ediyorum. Bunlar hikâyesi olan meslekler.

        "KARAKTERLERİ BİR YERLERDEN İSTANBUL'A TAŞIYORUM"

        Yabancı Damat'ta Urfalı, Aramızda Kalsın'da Antepli, Canım Ailem'de Adanalı ve Güzel Günler'de Vanlı bir ailenin İstanbul'daki hikâyesini anlatıyorsunuz. Bu diziler neden farklı kültürden karakterlerin İstanbul'daki tutunma hikâyelerini anlatıyor?

        -Tolstoy'un bir sözü var: Bütün güzel hikâyeler şehre ya birinin gelişi ya da gidişiyle başlarmış diye. Tutunmaya çalışma hikâyesi güzel bir hikâye. Her şeyin yolunda gittiği hikâyelerin anlatacak çok da bir şeyi olmuyor. Mücadele, çaba, sıkıntıyı anlatmaya gayret ettiğim için birilerini bir yerlerden taşıyorum, buraya getiriyorum. O uyum süreci içerisinde insanların yakınlarına her zamankinden daha çok ihtiyacı olduğu için de hikâyeye hizmet eden bir durum oluyor bu. Tekrarladığıma göre bunu anlatmayı seviyorum.

        Peki, dizilerin aile bağlarını ve buradan toplumsal bağları rehabilite etmeye yardım edebileceğine inanıyor musunuz?

        -Toplumu rehabilite etmek çok iddialı bir hedef. Keşke olsa ama bunu başarabileceğimi zannetmem, bir diziyle. Bazen duyuyorum "bir-iki saat gülüyoruz, hoşumuza gidiyor" gibi yorumlar. Onu yapabiliyorsak ne mutlu bize. Bu kadarı yeter de artar. Birilerine hoşça vakit geçirtebiliyorsak, iki de güldürüyorsak daha ne olsun.

        ÖNERİLEN VİDEO
        Şurada Paylaş!

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ