Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AFRİN bölgesinde nihayet istikrarı sağlama aşamasına gelindi. İyi haber, kimilerinin endişe edip korktuğu, kimilerinin art niyetten köpürttüğü sivil kaybı korkusunun haksız çıkması oldu. Olumsuz görüntüler, yanlış demeçler oldu ama istisna olarak kaldılar. Ana kaide Türkiye’nin yürüttüğü harekâta mündemiç olan dikkat ve orantılı güç kullanımıydı ve koalisyon güçlerinden geriye kalan Musul ve Rakka ile Afrin’in operasyon sonrası görüntüleri arasındaki fark, farkı ortaya koymaya yetiyordu.

        Gerçi PYD-YPG’nin “Sivil zayiat olmasın diye çekildik” açıklaması var ama bu açıklama hendek savaşları sürerken Diyarbakır, Nusaybin ve Cizre’nin PKK tarafından nasıl bir harabeye dönüştürüldüğünü hatırlayanlara herhangi bir anlam ifade edecek değil. Öte yandan, “Çekilmediler, kaçtılar” diyenlere de katılmıyorum. Çekildiler. Şehri binbir mayın, bomba ve mühimmatla tuzaklayarak çekildiler. Nedeni önümüzdeki günlerdeki propaganda savaşlarında başını gösterir.

        Dahası “Afrin ne ki, Fırat’ın doğusu cepte”ye inanıyor, daha büyük bir parça için şimdilik Afrin’i bıraktıklarını düşünüyor olabilirler. Türkiye için asıl sınavın şimdi başlayacağı olasılığına, Türkiye ile Esad rejiminin Afrin’de karşı karşıya geleceği fikrine yatırım yapmış olabilirler. Gerçek şu ki, PYD, kendi zoruyla Afrin ve çevresini terk etmeye zorlanmış Kürtler şehirlerine, ilçelerine, köylerine dönmeye başladığında kaybının boyutlarını fark edecektir. Ama işte, ancak o zaman fark edecektir. Yani TSK’nın önünde şimdi ÖSO’da ufak ufak başgösteren “yağma” eğilimlerinin önünü almak, moral üstünlük kaybedilmeden kazanılan mesafenin böyle kalmasını sağlamak gibi yükümlülüklerin dışında, Afrin’de hayatın bir an önce normalleşmesini sağlamak gibi bir sorumluluk var. Bir de tabii alınan mesafeyi altın tepside Esad’a sunma kafasında olanlara direnme zorunluluğu.

        PYD-YPG’den alınan yerleri Esad’ın inisiyatifine bırakmak, 21. yüzyılın Hitler’inden farksız bir statüde olması gerekirken sırf egemenlerin uygun bir çözüm yolu yok diye bulduğu aralıktan kafasını uzatıp meşruiyet arayışına girecek kadar toparlanmış olan Esad’a suni teneffüs yapmaktan farksız olduğu gibi faydasız da. Çünkü Esad’ın meşruiyet arayışının PYD-YPG’nin Batı’daki ve Rusya’daki “olumlu” imajını sıçrama tahtasına dönüştürme planıyla devam edeceğini öngörmek çok zor olmasa gerek.

        Esad’ın, kaybettiği meşruiyeti “seküler” PYD ve onun tarafındaki “Kürtler”e hayat öpücüğü verme görüntüsü üzerinden sağlamayı Türkiye’nin çıkarlarını ve sınırlarını dikkate almaya çalışmaktan daha işlevsel bulacağı kesin.

        O zaman bir sorunun daha cevabı netleşiyor. Bölge normalleşene kadar, insanlar terk ettikleri yurtlara dönene kadar Türkiye, kurtardığı ceplerde kalmaya devam eder. Bunun fetihle, işgalle ilgisi yoktur, normale giden yolda koşulların zorladığı realite budur.

        ***********

        TANK HASAN’IN SONUNA KADAR HAK ETTİĞİ GÜZELLEME

        HASAN Celal Güzel’in Türk siyasetine getirdiği tek fark her dem gülen yüzü ve insanlara sarılma alışkanlığı değildi. O aynı zamanda 96’da ilan ettiği iki aylık akademik dergiyle “Yeni Türkiye” fikrinin de isim babası sayılır. Aynı isimle kurduğu araştırma merkezi ve dergisi vesilesiyle, ciltler dolusu yayında, yüz binlerce makalede imzası var. Ancak siyasetçi olarak benimsediği bazı tutumlar var ki, anmadan geçmek olmaz.

        Her şeyden önce “Sağcıysa çalar çırpar, hortumlar” şeklindeki haksız algıyı utandırmış bir siyasetçiydi Güzel. Gerek DPT dönemi, gerekse müsteşarlık ve bakanlık döneminde şahsi görüşmeleri için ankesörlü telefon kullanmış, koruma tutmamış, kendisine araba tahsis ettirmemiş, çocuklarını otobüsle okula göndermiş, hatta eşinin Vakıflar Genel Müdürü olarak tayinine imkân veren kararnameyi “Eşim demek yakın akrabam demek, olmaz öyle şey” diyerek engellemiş, ANAP döneminin “kıyak emeklilik” uygulamasına karşı çıkmış ve tek maaş almaya devam etmiş bir profil...

        Bütün bunları 2006’da kaleme aldığı şakalı şenlikli makalesinde hoş bir üslupla kaleme almıştı. Yazdıklarına, “Hayır kendini abartmış, fazla dürüst göstermişsin” türünde bir itiraz geldiğini de hatırlamıyorum. Her şey bir yana, 1998’de imam hatiplere bile başörtüsü yasağı geldiğinde, kalkıp Bursa Anadolu İmam Hatip Lisesi’nin önünde toplanmış gençleri desteklemeye gitmesi asla unutulmayacak.

        Allah rahmet eylesin. Mekânı cennet olsun.

        Diğer Yazılar