Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KIYMETLİ dostlar! İslâm medeniyetinin seçkin insanları içerisinde Hazret-i Mevlânâ Muhammed Celâleddîn-i Rûmî’nin hususi bir yeri ve önemi vardır. Hazret-i Pîr’e neden “Mevlânâ” denilmiş oradan başlayalım. Hazret-i Mevlânâ hayatta iken kendisine “Mevlânâ” denilmemiş, bu hitap yaygın bir şekilde kullanılmamıştır. Onun yerine “Hudâvendigâr”, “Molla-i Rûm” gibi isimler yakıştırılmıştır. Çok bilinen isimlerinden biri olan “Rûmî” mahlası da sonradan takılma lakaplarındandır.

        Hazret-i Pîr’e “Mevlânâ” denilmesi adeta o zamanın ümmetinin ittifakıyla olmuştur. “Mevlânâ” demek “Efendimiz, büyüğümüz” demektir. Bu tabiri kullanmak gayr-i İslâmî bir durum ya da İslâm’da bulunmayan bir âdet değildir.

        Bu kullanıma dair en meşhur rivayetlerden biri, Hazret-i Ömer’in (RA) Hazret-i Ali’ye (RA) “Mevlâ’mız hoş geldin” şeklinde “mevley” kelimesiyle hitap etmesidir. Bu duruma karşılık Hazret-i Ali (RA) “Yâ Ömer, böyle söyleme. Hicap ediyorum, utanıyorum” şeklinde ikazda bulununca Hazret-i Ömer (RA) “Vallahi, ben Resululllah’tan (SAS) işittim. ‘Ben kimin Mevlâ’sı isem, Ali (RA) de onun Mevlâ’sıdır’ buyurmuştu. Resulullah (SAS) bizim Mevlâ’mızdı, sen de bizim Mevlâ’mızsın” mealinde cevap vermiştir.

        “Mevlânâ” denilmesinde bir mahzur olmadığı gibi bu kullanım hadis-i şerîf metinleriyle ve sahabenin hayatıyla sabittir. Peki neden Hazret-i Pîr’e “Efendimiz” denmiştir? Bu hususta ortak kanının oluşması; İslâm’ın güzelliğinin, güzel ahlakın, güzel amelin Hazret-i Pîr’de bulunmasından ve bu güzelliklerde insanlara örnek teşkil etmesindendir.

        Bu güzellikleri öylesine yaşamış ve yaşatmıştır ki; Hazret-i Mevlânâ denildiğinde ilahi aşk akla gelir olmuştur. Derler ki: “Sanki Allah (CC) velileri, zamanın ulemâsı, gelmiş ve geçmiş ârifler bir araya gelmişler ‘Sen bizim muhabbetimizi anlat’ demişler ve Hazret-i Mevlânâ’ya böyle bir salâhiyet vermişler.” Hakikaten Mesnevî-i Mânevî; insanın Kur’ân’dan, hadisten, kendisinden, hayatından, geçmişinden alabileceği şeyleri en güzel şekilde ortaya koymuştur.

        ‘ASLIM TÜRK’TÜR’

        Hazret-i Mevlânâ’nın silsilesi çok ayan beyandır. Kendisi Hazret-i Ebû Bekir (RA) Efendimiz’in torunudur, yani seyyiddir. Kendisi “Her ne kadar Hintçe söylüyorsam da aslım Türk’tür” demiştir. Bazıları bu durumu “Nesep olarak Hazret-i Ebûbekir (RA) soyundan gelmektedir. Ee, ‘Aslım Türk’tür’ diyor? ‘Hinduca söylüyorum’ beyanı da var ama eserlerini Farsça yazmış. İşin içinden çıkılmıyor” diye anlatıyorlar.

        Fakat işin erbabı tarafından insaflı bir şekilde bakıldığında, hepsinin aynı noktaya çıktığını görüyoruz. Hazret-i Mevlânâ soy olarak Hazret-i Ebûbekir (RA) soyundandır. Peki, Maveraünnehir macerasından sonra gelip Anadolu’ya yerleştiklerinde “Ben Hintçe söylesem de Türk’üm” sözü nereden geliyor? Bu bizim divan edebiyatında bir remizdir. “Hintliyim” demek, “Hinduca söylüyorum, size Hintliyim gibi geliyor” demek o dönemde şu mânâya geliyordu: “Beni yabancı görüyorsunuz.” Hazret-i Mevlânâ diyor ki: “Siz beni Hintli gibi görürsünüz. Şu anda ben aranıza gelmiş bir yabancıyım.”

        “Aslım Türk’tür” ifadesini neden kullanmıştır? Daha kolay anlaşılması için şöyle izah edelim. Bu durum bugün Türkiye’de yaşayan bir başka ülke vatandaşının “Ben Türk’üm” demesi gibidir. “Aslım Türk’tür” demek yaşadığı vatana aidiyetin ifadesidir. Yani, “Aslım Türk’tür” beyanından anlıyoruz ki Hazret-i Mevlânâ bir vatanseverdir. Hazret-i Mevlânâ’nın bu beyanı, “Onu bunu demeyi bırakın, biz aynı coğrafyayı paylaşıyoruz, ben de sizdenim” demekten ibarettir.

        *************

        HAZRET-İ MEVLÂNÂ ŞAİR, FİLOZOF VEYA MUTASAVVIF DEĞİLDİR

        Birçoğunuz haklı olarak “Yirmi beş bin beyitten fazla beyit yazmış, rubailer söylemiş, bu kadar eser kaleme alınmış. Nasıl şair olmaz?” diyebilirsiniz ama Hazret-i Mevlânâ’ya şair lakabıyla hitap edilmez. Peki neden? Bunu da kendisi, “Ben şiiri sevmem ama size o mânâyı aktarmak için, hoşunuza gitsin, o hoşunuza giden şeyle size Hakk’ı anlatayım diye şiir söylüyorum yoksa ben şiirden bıktım” diyerek açıklıyor. O yüzden Hazret-i Mevlânâ için “büyük şair” demek, onu övüyormuş zannıyla kendisine hakaret etmektir. Hazret-i Mevlânâ; şiiri bir kalıp, araç gibi kullanmıştır.

        Hazret-i Mevlânâ filozof da değildir. “Mevlânâ Celâleddîn; büyük filozof, hümanist, mutasavvıf” gibi cümleleri çok duyarsınız. Hazret-i Mevlânâ’nın konuştuğu saha ile felsefe arasında usul farkı vardır. Filozof; kendi aklıyla keşfettikleri hakkındaki tahminle, akıl yürütmeyle bulduğu şekilde bir usul takip eder. Fakat sûfî öyle değildir. Tasavvufta; müşahede etmek, görmek vardır, ondaki hikmet ayrıdır.

        Bir de Hazret-i Pîr için “mutasavvıf” denilemez; çünkü mutasavvıf; “sufi olmadığı hâlde tasavvufa özenen insan” demektir. Hazret-i Mevlânâ sûfîdir, tasavvufa özenen bir insan değildir. Bu nevi vasıflar Hazret- i Mevlânâ’yı yüceltmez, aksine basite indirgemiş olur.

        Ömrünü Kur’ân ve sünneti anlatmakla geçirmiş ve Mesnevi-i Manevi ile bunu çok güzel bir şekilde ortaya koymuş Hazret-i Pîr Molla-i Rûm Mevlânâ Celâleddîn-i Rumi’nin sözleriyle bu haftaki sohbetimizi tamamlayalım:

        “Ben yaşadıkça Kur’an’ın kölesi, Muhammed Mustafa’nın (SAS) yolunun tozuyum, biri benden bundan başkasını naklederse, o sözü söyleyenden de, o sözden de şikâyetçiyim...”

        Diğer Yazılar