Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İNSAN bozulmamış fıtratı sayesinde yaşadığı âlem içerisinde yani bu kâinatta yüce ve tek bir yaratıcının olduğunu fark edebilir. Kendi hayatı, çevresi etrafında dönüp dolaşan felekler, devridaim eden günler, geceler, güneş, ay, hülâsa zerreden küreye kadar her şey kudretli, yegâne bir yaratıcıya işaret etmektedir.

        Hücrelerden atomlara ve her yaratılmışın özündeki, hayatındaki oluşuma Allah Teâlâ kendi yaratıcı mührünü koymuş, görenler için Allah (CC); birliğini, kudretini, ilmini eserlerinde aşikâre göstermiştir.

        Görenedir görene, görmeyene nedir görmeyene!

        Bizim medeniyetimizde “kör”, görmeyen kişi diye hak ve hakikati göremeyen adama derler. Körlük baş gözünde değildir, bir kişinin kalbi hakikati tasdik edemeyecek hâle gelmiş, kararmış ve kapanmışsa buna kör derler. Şimdi bunu geçelim. Bizim esas söylemek istediğimiz mevzu şudur...

        Evet, insan; kendisini çevreleyip saran bu ilahî kudretin adını koyamasa da hiçbir yerden duymasa da farkına varır. Fakat insan bu yüce yaratıcısıyla irtibat ve yakınlık kurmak noktasında asla kendi başına bir şeyi bulma kudretinde ve kuvvetinde değildir. Bundan dolayıdır ki Allah Teâlâ kendisini ve kendine yakınlığını “din” başlığı altında bizlere bahşetmiş, kitap indirmiş, peygamber göndermiştir.

        İnsanlar gerek Allah Teâlâ hakkında gerekse bu yaratılmışlık âlemi üzerinde çok büyük mucizeler, kendilerini hayrete düşürecek şeyler aramaktadır. Ama şu bir hakikattir ki en büyük mucize ve insanı en çok hayret ettirecek şey; Allah Teâlâ’nın kullarıyla konuşması, yaratmış olduğu bu kullara kendi yakınlığını hatta hitabını duyurarak muhatap almasıdır.

        BİZ, KENDİMİZİ VE ALLAH’I (CC) ÖĞRENMEK İÇİN YARATILDIK

        İnsanın bu dünya macerasında kendisini tanıması, kulluğunu idrak etmesi için bir tecrübe alanı açılmıştır. Öyle bazı dinden yarım yamalak malûmat alıp da kendilerini ilâhiyatçı zanneden heriflerin söylediği gibi değil yani Allah (CC) hâşâ öğrenmek için bizleri yaratmadı. Biz kendimizi ve Allah’ı (CC) öğrenmek için yaratıldık, bu unutulmamalı. Neyse...

        İnsan bir yönüyle Rabb’ine ibadet edebilecek kıvamda, diğer bir veçhesiyle tüm kâinata ve bilhassa kullara güzel ahlâkıyla bulunmak noktasındadır.

        Bunlardan biri diğeri için feda edilmez. Bu iki güzelliği fark eden ve bunun için yaşayan kişiye insan denir.

        İşte tam bu noktada insan tek başına veya beraber, diğer insanlarla nasıl ibadet edeceğinin, güzel ahlâkı nasıl üzerine giyineceğinin ve bununla nasıl var olacağının ilmini bulmaya muktedir değildir. Allah Teâlâ’nın peygamberine indirmiş olduğu kitap ve kendisine tâbi olduğumuz Hazret-i Resûlullah (SAS) olmasa idi bizler Allah Teâlâ’nın isimlerini, sıfatlarını, fiillerini, O’na (CC) karşı kulluk vazifelerimizi, O’na (CC) yakınlık için lâzım olan hâl ve hareketi, insanlarla münasebetimizdeki güzel ahlâkı, davranışları ve en mühimi kendimizi dahi tanıyabilecek bilgiye sahip olamayacaktık.

        Cenâb-ı Hakk’ı bir kimse hissetse, içinde O’nun (CC) muhabbetini yaşasa, hatta gönülden bu kudrete ve Rabb’e karşı bir muhabbet bulunsa bile; kitap ve sünnet olmasaydı içindeki sevgisini ve varlığını hissettiği Rabb’ine nasıl ibadet edecekti, kulluğunu nasıl gösterecekti? Bırakın bu sevgiyi büyütmeyi, çocuğunu büyütürkenki ahlâk ve terbiye esaslarını bile kendisi icat edebilecek mesâbede değildi.

        Merhametlilerin merhametlisi Cenâb-ı Hakk’ın bize başta Efendimiz (SAS) olmak üzere diğer peygamberlerle hep bu yolu beyân etmesi ve anlatmasının yanında bir başka hususa da dikkat çekmek istiyorum.

        İNSAN, EN GÜZEL MAHLÛK OLARAK YARATILMIŞTIR

        Ezelde yani bizim zaman dilimi olarak bilmediğimiz bir zaman öncesinde Allah Teâlâ hepimizi yani insan suretinde olan herkesi ruh planında yani ruh boyutunda adeta yazılım programı hazırlanırcasına, kulluğuna uygun şekilde yarattı. Ve bu yazılım programı sayesinde bizler Rabb’imizi, O’nun (CC) ayetlerini, O’nun (CC) bize beyan ettiği güzellikleri ve en önemlisi O’nun (CC) gönderdiği peygamberi anlayabildik, anlama kudretine sahip olduk.

        Bu yazılım programı tamamlanıp henüz dünyaya indirilmeden önce tüm ruhların kontrolü ve son ayarları da yapıldı, yani “Cihaz çalışıyor mu çalışmıyor mu? Kulluk ve insan potansiyeli tamam mı değil mi?” bakıldı. Herkes kendi derecesine göre bir izin ve icâzet aldı, ondan sonra dünyaya peyderpey, sırasıyla gönderildi.

        Ruhlar âlemindeki bu son kontrolün adı ve şekli Kur’ân-ı Kerîm’de “Elestübirabbiküm” (Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?) hitâbıdır. Dünyaya insan suretiyle gelecek olan kişilerin hepsi gerek hemen gerekse gecikmeli olarak bu suale “Bela” (Bilakis yâ Rabb’i! Sen bizim Rabb’imizsin) cevabını verdiler. Sonrasını hepimiz biliyoruz; ete kemiğe büründük insan diye göründük.

        İşte Hazret-i Mevlânâ ne güzel söylemiş; “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” diye... Bu ne demektir? Önceki yazılarımızda da açıklamıştık, ancak tekrar etmekte fayda var.

        “Ey insan! Sen Allah Teâlâ’nın halifesi, en seçkin, en güzel mahlûk olarak yaratıldın, ‘Elestübirabbiküm’ suâline ‘Bela’ diye cevap verdin. Şimdi bu dünya hayatına gönderildin, burada bizler tarafından da görülmektesin. O hâlde ‘Olduğun gibi görün, nasıl var edilmişsen, hangi emanet, maneviyat üzere yaratılmışsan gel şimdi bu dünyada da öyle görün.’

        Şâyet ‘Yok ben bunlardan haberdar değilim, böyle bir söz verdiğimi de hatırlamıyorum’ diyorsan; o zaman da ‘Göründüğün gibi ol’.

        Şu anda insan görünüyorsun, hadi başını kaçırdın unuttun, anlayamadın. Şimdi insan olduğunu fark et de göründüğün gibi olmaya çalış.”

        Bu; “Birlik’te sohbet”imizin en önemli konuşmalarından biriydi. Sizlerin temiz, saf kalplerine emânet ediyorum.

        Selâm ve dualarımla, Allah’a (CC) emanet olun.

        Diğer Yazılar